Açık İnovasyon: Peki Neden?

Sanayi Devrimi ile birlikte bir ürün, hizmet veya sürecin ortaya çıkarılabilmesi birçok anlayış ortaya atılmıştır. James Watt’ın 1778‘de ilk kullanılabilir buhar makinesini yaparak başlattığı Sanayi Devriminden II. Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemde hâkim olan Klasik Yönetim Düşünceleri, üretim ve yönetim tekniklerinin bir üretim sisteminde etkin ve verimli uygulanabilmesi üzerine odaklanmıştır. Yönetim sorunlarının klasik yönetim teorisi ile çözülemeyeceğinin anlaşılmasıyla 1940’lı yıllardan başlayıp 1960’lı yıllara kadar süren dönemde daha insan odaklı Neo-Klasik Yönetim Düşünceleri hâkim olmuştur. 1960’lı yıllardan günümüze uzanan süreçte sadece insanı merkeze alan yaklaşımların da yetersiz kaldığı, üretim ve yönetim süreçlerine bir sistem yaklaşımı ile bakmak gerekliliği ortaya çıkmıştır. Sistemin ayrıca, çevreden etkilenen bir yapıda hareket ettiği gerçeği benimsenmiştir. Bu dönemde, gönüllülük esasına dayanan, her yönüyle esnek, işbirliği, üst düzey katılımı sağlayan yeni bir yönetim anlayışı da doğmuştur.

Tüm bu dönüşüm ve değişim içinde işletmelerin genellikle yine de sırasıyla 70’li yıllarda maliyet odaklı 80’li yıllarda kalite odaklı ve 90’lı yıllarda da hız ve verimlilik odaklı bir yaklaşımı benimsedikleri görülmüştür. Günümüz rekabet ve bilişim koşullarında ise dönüşüm ve değişim sürekli olmaktadır ve işletmeler iş yapış yöntemlerini sürekli değiştirmeleri ve yenilikçi olmaları gerekmektedir. Ar-ge ve inovasyon kavramları da bu sebepler çerçevesinde ortaya atılmıştır.

2000’li yıllarla birlikte inovasyon da kabuk değiştirmeye başlamıştır. İşletmeler, inovasyona giden yolda en büyük rolü başta ar-ge olmak üzere kendi iç kaynaklarını kullanarak başarmak olarak görmekteydi. Bu çerçevede de işletmeler büyük kârlar ve başarılar elde etmiştir. Yıllar geçtikçe ise klasik inovasyon yaklaşımın veya farklı deyişlerle kapalı inovasyon veya sadece teknoloji odaklı inovasyon yaklaşımlarının da zamana yenik düştüğü görülmeye başlanmıştır.

Bir işletmenin bir yandan başta ar-ge kaynakları olmak üzere kendi iç kaynakları ile yeni fikir ve uygulamalar üretirken bir diğer yandan da dış kaynaklar ile işletmenin işine yarayabilecek olan her türlü yeni fikir, yöntem, işgücü ve teknolojiyi alıp söz konusu işletmesine uygulamak, bugünün en geçerli inovasyon modeli olan açık inovasyonu gündeme getirmiştir. Açık inovasyon kavramının gündeme gelmesindeki en büyük etken, bilişim ve iletişim teknolojilerinde yaşanan dönüşüm olmuştur. Artık bilgi her yerdedir ve kimsenin tekelinde değildir. Kimse veya hiçbir kaynak tek başına büyük bir ‘değer’ değildir. Bu yüzden kitleler birlikte hareket etmeli, işbirliği içerisinde çalışmalı ve olabildiğince fikir alış verişi çerçevesinde bilgi üretilmeli ve çoğaltılmalıdır.

Hiçbir tekel bilginin mutlak sahibi değildir. Değişik firmalar tarafından bilginin hem iç hem dış kaynaklar ve paydaşlar kullanarak edinilmesi ve kendi süreçleri üzerinde edindikleri bu bilgileri uygulamaya çalışmaları; ayrıca üniversiteler, enstitüler, teknoparklar ve değişik araştırma ve geliştirme merkezlerinin bilgiye ulaşmada ve kullanmada sağladığı kolaylıklar ile internet teknolojilerinin yaygınlaşması açık inovasyonun en büyük tetikleyicileri olmuştur.

Bilginin ya çok sınırlı dış kaynak kullanımı ile ya da tamamen iç kaynaklar ile elde edildiği klasik inovasyon süreci kapalı inovasyon olarak adlandırılmaktadır. Açık inovasyon ise yoğun rekabet ortamında firmaları dış dünya ile zorunlu iletişime zorlayan, inovatif fikri daha özgür olarak kullanabilmeyi sağlayan bir kavramdır. Açık inovasyonda temel ilke, akıllı, fikir üretebilen insanlarla çalışabilmektir. Bu insanlar firma içinde veya dışında olabilir. Firma dışındaki ar-ge faaliyetleri de firmaya değerler katabilir ve pazar payının ciddi bir şekilde artmasını sağlayabilir.

Kapalı İnovasyon Süreci (Chesbrough, 2003)
Açık İnovasyon Süreci (Chesbrough, 2003)

Kapalı ve Açık İnovasyonun farkları ise şöyle özetlenebilir:

Yazar: Ahmet ÇUBUKCU

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir